Sayın Hâkim;
Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 18 Ocak 2025 tarihinde, Ak Parti Mersin İl kongresinde, Ak Parti Mersin il delegeleri ve üyelerine bir konuşma yapmıştır. Erdoğan konuşmasında şöyle demiştir:
“Ülkemizin ilk 80 yılına, asırların yorgunluğuyla, 1. Dünya Savaşı’nın yükü altında kalan Osmanlı’dan cumhuriyete geçişin sancıları damga vurmuştur. Tek parti faşizminin, milletimizin inancına, tarihine, kültürüne yönelik tahrip edici, baskıcı politikalarının ağır bedellerini ödedik.”
19 Ocak 2025'te Antalya’da Zafer Partisi il başkanları toplantısında, Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın, İstiklal Harbimizin önderi ve Cumhuriyetimizin kurucu Atatürk’ün politikalarını, milletimizin inancına tarihine ve kültürüne ağır bedeller ödeten politikalar olarak gösteren açıklamasına, şu ifadeler ile cevap verdim:
“Bu mücadelede, bu politik fikri mücadelede, mücadele ettiğim PKK gibi, FETÖ gibi, IŞİD gibi terör örgütleri vardır. Bütün bunlar karşısında Zafer Partisi, Cumhuriyetin kuruluş felsefesini, temel ilkelerini, milletimizin ve devletimizin bağımsızlığını ve bölünmez bütünlüğünü kararlılıkla savunmaktadır.
Ancak ne yazık ki, Zafer Partisi ülkemizin bölünmez bütünlüğünü, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bırakmış olduğu değerli mirası sadece bunlara karşı değil, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'ye karşı da savunmak durumundadır. Recep Tayyip Erdoğan, dün Mersin'de partisinin kongresinde yapmış olduğu konuşmada şöyle söylüyor; "Ülkemizin ilk 80 yılına asırların yorgunluğuyla 1. Dünya Savaşı'nın yükü altında kalan Osmanlı'dan cumhuriyete geçişin sancıları damga vurmuştur. Tek parti faşizminin milletimizin inancına, tarihine, kültürüne yönelik politikalarının ağır bedellerini izledik.", demiş.
Değerli Zafer Partililer, Türk milleti 1000 seneden beri Anadolu'da egemenliğini sürdürüyor. 1000 sene boyunca birçok Haçlı Seferine maruz kaldık. 1. Haçlı Seferi 1095 yılında başladı, son haçlı seferi 1914,1922 yılları arasında gerçekleşti. Son büyük Haçlı Seferini Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Anadolu'da mağlup ettik ve Haçlı Ordularını Akdeniz'in soğuk sularına gömdük. Türkiye Cumhuriyeti, Türk milleti için yeni bir Ergenekon oldu ve bu yeni Ergenekon'da aziz milletimiz güçlendi, silahlandı, sanayisini inşa etti. Yıkılış döneminin bırakmış olduğu hastalıkları bertaraf etti. Sonra Hatay'ı aldı. Sonra Kıbrıs'ta devlet kurdu.
Emin olun ki, son 1000 yılda gerçekleşen hiçbir Haçlı Seferi Erdoğan'ın ve AKP'nin Türk milletine ve Türk devletine verdiği zararı vermemiştir. Hiçbir Haçlı Seferi, Türk devletine casusları sokamamıştır. Erdoğan casus FETÖ'yü Türk devletine soktu, Türk devletini FETÖ'ye teslim etti, FETÖ'ye paralel devlet kurdurdu. Hiçbir Haçlı Seferi Türk milletini Deist, Ateist, Hristiyan yapamamıştır. Erdoğan döneminde Türk milletinin geniş kesimleri Allah'la aldatanlardan dolayı dinlerinden soğumaya başladılar ve Erdoğan döneminde Deist, Ateist oranı %16'yı aştı. Erdoğan bilmelidir ki; Cumhuriyeti kuran kadrolar Türk milletinin inancına, tarihine ve kültürüne saldırmamış, aksine Atatürk ve silah arkadaşları, Türk milletinin inancını, tarihini ve kültürünü korumuş ve geliştirmiştir. Türk milletinin inancına, kültürüne ve tarihine saldıran, tarihi "Fesli bir Deli"den öğrenen Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisidir. Evet, Recep Tayyip Erdoğan; Türk milletinin tarihine ortaklar getirerek, Türk milletinin tarihini çarptırarak, Türk milletinin tarihine zarar vermektedir. Erdoğan, Türk milletinin devletini tarikat ve cemaatler arasında dağıtarak, şirk koşanları devlete ortak ederek, Türk milletinin inancına zarar vermektedir. Ve, milyonlarca sığınmacı ve kaçağı Anadolu'ya sokarak Türk milletinin kültürünü tahrip etmektedir. Ve yaşanan şey aslında bir AKP faşizmidir ve Zafer Partisi olarak biz ana muhalefet gibi bu faşizmle normalleşmeyeceğiz. Biz mücadele edeceğiz ve kazanacağız. Zafer Türk devletinin ve Türk milletinin olacaktır!”
Sayın Hâkim;
Bu iki konuşma, siyasi parti genel başkanları arasında gerçekleşen bir polemikten öte bir nitelik taşımamakta, en ufak bir hakaret niteliği de taşımamaktadır. Konuşmamın iki yerinde de “Erdoğan ve AKP” ifadeleri birlikte geçmektedir. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı kimliğine değil, AKP Genel Başkanı kimliğine yönelik bir cevap olduğu ortadadır. Konuşma Antalya’da yapılmış olmasına rağmen; İstanbul Başsavcılığı, 20 Ocak sabahı, Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile hakkımda soruşturma başlattı. Aynı gün Ankara’da, saat 18.30 sularında, 100’e yakın polis memurunun, bulunduğumun lokantanın çevresini kuşatması sonrasında gözaltına alındım. Aynı akşam polis ve PÖH ekipleri tarafından, ortalama 150 km hızla bir konvoy eşliğinde İstanbul’a getirildim. Geceyi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 2 metrelik bir kalasın üstünde geçirdim. 21 Ocak sabahı, Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile ifadeye getirildiğim savcılık tarafından, Kayseri’de 30 Haziran 2024'te çıkan Suriyeli sığınmacılar ile ilgili olayları kışkırtma iddiası ile tutuklamaya sevk edildim. Bundan anladığım, Kayseri Başsavcılığı’nın ve Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nün; Kayseri’de gerçekleşen olayları benim kışkırttığım kanısına, ya 7 aydır varamamışlar ya da bu kanıya varmışlar ancak görev ihmali yapıp gereken soruşturmayı açmamışlardır.
Sayın Hâkim;
Bugün yargılanmakta olduğum, Cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile ilgili, savcılık daha sonra iddianame hazırlamış ancak suç unsuru olduğu iddia edilen konuşmamda hangi ifadelerimin ve neden hakaret olduğunu ifade etmemiştir.
Sayın Hâkim;
Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile ilgili düzenleme, Parlamenter Sistem döneminde, tarafsız yani partisiz Cumhurbaşkanını korumak için yapılmış bir düzenlemedir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bu maddenin anlamı ortadan kalkmıştır. Cumhurbaşkanının ne zaman siyasi parti genel başkanı, ne zaman Cumhurbaşkanı olduğuna kendisinin karar verdiği bir ortamda, demokratik siyaset ortadan kalkmaktadır. Ben, Mersin Ak Parti İl Kongresinde konuşan Ak Parti Genel Başkanı’nı eleştirdim ve Cumhurbaşkanına hakaretten; 100 polis tarafından kuşatılıp, 25 polis tarafından gözaltına alındım. Bu; milletvekili dokunulmazlığına sahip olmayan hiçbir siyasetçi, hiçbir genel başkan ve hiçbir vatandaş Ak Parti Genel Başkanı’nı eleştiremez demektir. Bu hal; demokratik bir hukuk devletinde kabul edilebilecek bir hal değildir.
Sayın Hâkim;
Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan ile yaşadığımız tartışmanın konusu tarihtir, Türk Tarihi ve Türkiye’nin bugünüdür. Bundan dolayı, bugün burada yapacağım savunmanın da tarihsel bir arka planı olacaktır.
Türk Milleti, tarihin en uzun devletli milleti olma niteliğine sahip iki milletinden birisidir. Türkler ve Çinliler, milattan önce 2000 yılından, milattan sonra 2000 yıllarına kadar 4 bin senelik bir muazzam zaman diliminde, devlet organizasyonu çerçevesinde varlıklarını muhafaza etmişlerdir. Türk Milleti’nin İslam öncesi tarihi; İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ana hatları üzerinden 3 bin yıla yayılır.
Türk milleti; Karahanlı Kağan’ı, Saltuk Buğra Han’ın önderliğinde, takriben 1000 yıl önce İslam dinini kabul etmiş; Karahanlı Devleti ilk Müslüman Türk Devleti olurken, bugün sahip olduğumuz Müslüman Türk milli kimliğimiz de oluşmaya başlamıştır. Karahanlıları Gazneli Türk Devleti izlemiştir. Gazneli Devleti, değişik Müslüman devletleri, bir devlet çatısı altında yönetme konusunda Türklerin ilk devlet stajı olmuştur.
Büyük Türk Tarihinin şanlı sayfalarına imza atan Selçuklular ise Oğuzların Kınık boyundandır. Tuğrul Bey komutasında Türklerin bir bölümü, Dandanakan Savaşı’nın (1040) açtığı yol ile, İran Platosu üzerinden Anadolu’ya ulaşmışlardır.
Dandanakan Savaşı ve Selçuklular’ın İran Platosu üzerinde Anadolu ve Ortadoğu’ya ulaşmalarının stratejik olarak iki büyük sonucu vardır:
Anadolu’ya ulaşmak, Anadolu’nun ebediyen Türkleşmesini ve ikinci anavatan olmasını sağlamıştır. Anadolu’dan önce ulaşılan Ortadoğu’ya varış ise İslam dünyasının içine düştüğü amansız istikrarsızlığa son verişi sağlamıştır.
Selçuklu ordularının Ortadoğu’ya inişi başlarken, Abbasi Halifeliği yok olmanın eşiğindedir. Basra Körfezi, El Cezire ve Arabistan’ı denetimi altına alan Karmatilik; İslam’ı reddeden, mal ve kadında ortaklığı savunan vahşi komünist bir hareket olarak devletleşmiştir. Karmatiler Şam’a kadar ilerlemiş, 930'da Mekke’yi işgal etmişlerdir. Kâbe soyulmuş, otuz bin hacı katledilmiştir. Bu ilkel komünist devlet, yüz yıla yakın devam edecektir. Aynı dönemde; İran’da Zerdüşiliği temsil eden Büveyhi Saltanatı iktidarı gasp etmiştir. Büveyhiler, Bağdat’taki Abbasi Halifesini kontrolleri altında tutmaktadır.
Mısır’da Fatimi Şia anlayışı, Firavunlar dinini canlandırma yolundadır. Altıncı Fatimi Halifesi El Hakim Bi Emrillah kendisini tanrı ilan etmiştir. İslam dünyasındaki bu parçalanmadan istifade eden Bizans ise saldırıya geçmiş, İslam’ın dört yüz senelik kazanımlarını püskürterek, Antakya’yı işgal etmiş, Lübnan’a girmiştir. Bizans, Kudüs’ü almaya ve İslam Dinini, Arap Yarımadasına hapsetmeye hazırlanmaktadır.
İşte Selçuklu Türk orduları böyle bir ortamda, Oğuz Elinden Ortadoğu’ya inmeye başlamışlardır. Maide Suresi 54. ayette ''Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun, Allah onların yerine kendisinin sevdiği onların da kendisini seveceği müminlere karşı boyunları aşağıda kafirlere karşı başları yukarıda Allah yolunda savaşan dil uzatanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir işte o Allah’ın bir lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah ihsanı bol olan her şeyi bilendir.'' denmektedir.
Bir tarihçi, Türk tarihinin bu kesitinde yaşananları şöyle izah etmektedir;
''Tarihin bu kesitinde olaylar arasında olağanüstü bir eşzamanlılık mucizevi bir senkronizasyon vardır. Bizans haçını taşıyan zulüm orduları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu, Suriye’yi istila ve bölgenin, İslam halkını bin bir hakaret ile kat ve esir ederken, Karmatiler Kabe’yi tahrip ve telvis ederken, Türklerin İslam oluşu tesadüfi değildir. Cenabı Hak, ordularını sahneye sürmektedir.
Türkler Allah’ın Ordusu olarak göreve çağrıldıklarını hissetmişlerdir.”
Tuğrul Bey nereye geldiğini, niçin geldiğini ve kim olduğunu bilmektedir. 1043’te Halife Kaim’e gönderdiği mektupta kendisini şöyle tanıtır: ''Ben hür insanların evladıyım ve Hunların Kral hanedanına mensubum.'' Diğer bir ifade ile Tuğrul Bey, Oğuz Han’ın torunu olduğunu ifade ederken, yüksek Türklük bilincini ortaya koymaktadır.
Abbasi Halifesi El Kaim Bin Emrillah, Tuğrul Bey’i Bağdat’a davet eder. Tuğrul Bey ve Selçuklu ordusu, 1055 yılının Ramazan ayında Bağdat’a girer ve Buveyhi baskılarına son verir. Bölgedeki asayişsizliği sona erdirir.
24 Ocak 1058’de Bağdat’ta düzenlenen bir tören ile halife; Tuğrul Beyi, Doğunun ve Batının sultanı ilan eder. Tuğrul Bey’e iki kılıç takılır, başına sarık ve taç giydirilir. Sırtına, 7 İklime hakimiyeti işaret eden, tek yakalı yedi kaftan konulur.
Prof. Dr. Halil İnalcık ‘’bu andan itibaren İslam dünyasının riyaseti fiilen olduğu gibi hukuken de Türk soyuna Türk hükümetine ve hükümetlerine geçmiştir.” demektedir.
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e; Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarı “Sultanül İslam, Rikniddünya ve D'Din” denmesinin kişisel bir iktidar olayı olmadığı, Türklüğün İslamiyet için yüklendiği misyon, o çağda, bütün Türk aydınlarınca ve milletçe bilinmekte, şevkle övünçle benimsenmektedir.''
Sayın Hâkim;
26 Ağustos 1071 Türklerin Anadolu’ya yakın tarihte kitlesel olarak girişlerinin başladığı tarihtir. Türklüğün Anadolu’daki tarihi Sümerler ile başlamıştır. Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk el yazmalarında bu husus şöyle ifade etmiştir; “Bundan yedi bin sene evvel, Elcezire’de, beşeriyetin ilk medeniyetini kuran Sümer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik olunmuştur. Filhakika, bu Türk kavimler, müttehit bir cumhuriyet teşkil etmişlerdir.” (Afet İnan, Medeni Bilgiler, 11. Baskı, İstanbul, Şubat 2019, Örgün Yayınevi, s. 48)
İskit Türklerinin ve Hunların da Anadolu’ya girdikleri bilinmektedir. Daha sonra milattan sonra, 4. 5. ve 6. Yüzyıllarda, Türkleri, Anadolu’da Balkanlardan ve Kafkaslardan gelip yerleştirilen bir kavim olarak görürüz. Bizans ile iş birliği yapan bu grupların birçoğu Hıristiyanlaşmışlardır. Abbasi ordusundaki Türk Hassa birliklerinin de Tarsus’tan başlayıp Erzurum’a kadar uzanan hat üzerine yerleştikleri bilinmektedir. Özellikle 9. yüzyılda bu bölgelerdeki Türk nüfusu artmış, Eskişehir’e kadar uzanan hatta birçok kent geçici olarak Türkler tarafından işgal edilmiştir.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki Türk askeri varlığına, Bizans ancak 928-964 arasında son vermiş, Erzurum’dan Adana’ya kadar olan bölge Bizans orduları tarafından geri alınmıştır. Bu bölgedeki Türklerin yenildikleri dönemde yüz bin atlı çıkardığı bilinmektedir. Yani Türklerin 1071 öncesinde de Anadolu’daki sayıları küçümsenecek bir ölçüde değildir.
Selçukluların ilk Anadolu Seferini 1015-1016’da Çağrı Bey gerçekleştirmiştir. Daha sonraki yıllarda Selçuklular, Anadolu’nun sınırlarını özellikle de Güney Kafkasya’yı denetim altına almışlardır. 18 Eylül 1049’da Kutalmış Bey’in kazandığı Pasin Muharebesi, askeri açıdan Malazgirt’ten daha az önemli değildir ve Bizans yüz bin esir vermiştir. 1054'te Tuğrul Bey, 1055’te Yakuti Bey, Anadolu’ya tekrar girmiş, 1058’de Malatya’yı almışlardır. Selçuklular 1059’da Urfa’yı kuşatıp, aynı yıl Sivas’ı almış, 1068’de, 60'lı yıllarda Anadolu’ya birçok kez giren Afşin ise Sakarya Nehri kıyısına ulaşmış ve yine Afşin komutasındaki Türk ordusu 1070'te Denizli’ye girmiştir.
Özetle, Türkler Anadolu’ya aniden, 1071 yılında Malazgirt'le gelmemişlerdir. Hem tarihsel ve etnik bir derinliğe sahiptirler. Hem de bu coğrafyada hakim siyasi ve askeri güçlerle 1071 öncesindeki elli yıl içinde değişik boyutlarda mücadele etmişlerdir. Ancak; 26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te Sultan Alparslan’ın kazandığı zafer ile Türk tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem; Türk Milleti’nin tek başına İslam Dünyası’nın kılıcı ve kalkanı olarak, birleşik Hristiyan Avrupa kıtasına karşı bugüne kadar sürecek olan savaşıdır. Bu savaşın ilk aşamasında, 1071-1683 arasındaki 612 yılda Türk Milleti, Malazgirt’ten Viyana önüne kadar ilerlemiştir. Bu savaşın ikinci aşamasında ise Türk Milleti; 1683’te Viyana’dan, 1921’de Sakarya kıyılarına kadar Birleşik Hristiyan Batı karşısında, 238 sene süren bir gerileme; hatta yok oluşa yaklaşmayı yaşamıştır.
Malazgirt Savaşı’nın Türk tarihinde yeni bir başlangıç olduğunun, dönemin Türk aydınları da farkındadır. Karahanlı soyundan Prens Kaşgarlı Mahmut Malazgirt’ten altı ay sonra 25 Ocak 1072'de yazmaya başladığı ve 10 Şubat 1074’te bitirdiği Divan-ı Lügatit Türk’te şöyle demektedir: ''Allah’ın devlet güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve Türklerin üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk soyundan çıktı dünya milletlerinin dizgini Türklerin eline verildi. Türkler Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler Cenabı Hak tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile beraber olan kavimler bile aziz oldu. Böyle kavimler Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler himayelerine aldıkları milletleri kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır. Onlara derdini dinletebilmek ve bu suretle her arzuya nail olabilmek için de Türkçe öğrenmek lazımdır.”
Malazgirt Savaşı’nın bir diğer önemi, 1071’in önemi; bir Avrupa Devleti olan Doğu Roma’nın, nihai olarak yenilmesi ile bir Avrupa Devleti toprağı olan Anadolu’nun, Türklerin kesin hakimiyetine girmesinden kaynaklanmaktadır.
Nitekim, 1071’den dört sene sonra İznik'i alınmış ve Süleyman Şah tarafından 1080’de taht şehri ilan etmiştir. İznik'in Türk Başkenti olması ve üç yüz yirmi beş konsilinin toplandığı Ayasofya Kilisesi’nin cami yapılması, Avrupa’da şok etkisi yaratmıştır. Anadolu’nun fethi 1083’te tamamen bitmiştir.
İkinci bin yıla girerken gerçekleşen bu gelişme Türklerin 1000 ile 2000 yılları arasındaki jeopolitik çerçevelerini belirlemiştir. Oğuz Türklerinin önemli bir bölümü için hedef Batıya Avrupa’ya ilerleyerek Avrupa kıtası üzerinde hakimiyet kurmak olmuştur.
Öte yandan, Hristiyan Avrupa’nın Anadolu’nun fethine tepkisi, Malazgirt’ten yirmi dört sene sonra olmuş 1096’da ilk Haçlı Seferi gerçekleşmiş ve 1270’e kadar yedi Haçlı Seferi yapılmıştır.
İlk Haçlı Seferi’nin Anadolu’ya ulaşmasını takiben Sultan 1. Kılıç Arslan'ın Haçlı Ordusuna karşı uyguladığı vur-kaç savaşları ile bu ordunun beşte dördünü imha etmesine yol açmıştır. Buna rağmen Haçlı Ordusu 1099’da Kudüs’ü fethetmiştir. Bu seferin sonucunda Bizans, Batı Anadolu’ya tekrar dönmüş, Antalya’da bir Latin Kontluğu kurulmuştur. Bunu izleyen diğer seferler de Türkleri Anadolu’dan atmayı başaramamıştır.
Türklüğün Anadolu’da tutunması; 1116-1155 arasında kırk yıl hüküm süren, Sultan 1. Mesut döneminde gerçeklemiş ve oğlu 2. Kılıç Arslan’ın, 1176’da yüz bin kişilik Bizans ordusunu, Miryokefalon Savaşı’nda ezmesiyle kesinleşmiştir. Prof. Dr. Abdülhaluk Mehmet Çay şöyle demektedir: ''26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi yeni yurt arayan Türk Milleti’ne bir müjde idi. 17 Eylül 1176 Miryokefalon Savaşı ise Anadolu’yu ilelebet Türk yapan bir zaferdir.''
Birinci Haçlı Seferi’ni sekiz Haçlı Seferi daha izlemiştir. Bunlar; İkinci Haçlı Seferi (1147-1149), Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192), Dördüncü Haçlı Seferi (1202-1204), Beşinci Haçlı Seferi (1217-1221), Altıncı Haçlı Seferi (1228-1229), Yedinci Haçlı Seferi (1248-1254), Sekizinci Haçlı Seferi (1270), Dokuzuncu Haçlı Seferi (1271-1272)’dir.
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm