Parti Sözcümüz Azmi Karamahmutoğlu, partimizin haftalık olağan basın toplantısında Türkiye gündemini değerlendirdi.
Azmi Karamahmutoğlu: “Yine bir sabah uyandık ve bölücü terör örgütü PKK’nın ellerinde silahlarıyla canlı yayınlarda gün boyu PKK propagandasına maruz kaldık. Sabah akşam PKK’yı izledik. Bugün de aynı şekilde gazetelerde bu propaganda devam ediyor. Bölücü örgüt PKK ile karşılıklı kurulmuş olan bu al-ver pazarlık masası bu ekim ayında birinci yılını doldurdu. Ve eli kanlı örgüt bu bir yılda hem siyasal kazanımlar elde etti hem de sürekli olarak örgüt kendi propagandasını yapageldi bir yıl boyunca bu böyle sürdü. Bu süreç böyle devam ettiği müddetçe aynı propaganda mekanizması işlemeye devam edecek.
İşte daha dün yine güne aylar öncesinde canlı medya gösterileriyle canlı yayınlarda güya silah bırakmış olan kanlı terör örgütü ellerinde silahlarıyla Türkiye’den çekilme açıklaması yapıp kendi şovunu sergiledi ve ellerinde silahlarıyla birlikte hem yerel hem de uluslararası medyada gösterisini sergiledi. Çekildiği yer neresi? Savunma bölgesinde çekildi. Oysa aylar öncesinde bu örgütün artık silahları bıraktığını, kendini dağıttığını ve lağvettiğini dinlemiştik yine canlı yayınlarda.
Birileri Türk halkından bir şeyleri gizliyor. Birileri Türk devletini kandırma ve Türk halkını, vatandaşı, seçmeni yanıltma peşinde koşuyor. Pazarlık masasının iki tarafına oturmuş siyasilerle terör örgütü arasında oynanan bu tiyatro için bundan sonra çok daha dikkatli olmamız gerektiğinin dün bir kez daha bilincine varmış durumdayız. Hani bu narkoterör örgütü aylar öncesinde silahları yakıp kendini dağıtıp lağvetmişti? Aynı kendini dağıtmış lağvetmiş örgütü bugün Türkiye’den çıkarken savunma hattına çekildiğini, bu gidişle de gösteriyi ellerinde uzun namlulu silahlarla yaptığını görüyoruz. Oysa en başında konuşulan sadece PKK terör örgütünün değil beraberinde değişik ülkelerde farklı isimlerde bulunan aynı örgütün yapılanmalarının da dağıtılması, lağvedilmesi gerektiğini konuşmuştuk.
Zafer Partisi olarak biz kurulan oyunu, oynanan bu tiyatroyu geçen bir yıl içerisinde sürekli olarak her fırsatta anlatageldik. Dedik ki gerçekte olan biten PKK terör örgütünün Türkiye’de tabela indirmesidir. Yoksa İran’da PEJAK adıyla bir PKK var, Suriye’de YPG, SDG adıyla bir PKK var, hakeza Avrupa’da değişik adlarla yine PKK’nın yapılanması, örgütlenmesi var ve faaliyetlerini sürdürüyor. PKK’nın uğruna ülkeyi kana ve gözyaşına boğduğu terör yaptığı siyasal taleplerinden bu örgüt vazgeçmiş değil. En son daha dün eli silahlı gösterinin ardından PKK hukuki ve siyasal düzenlemeler istedi. Taleplerde bulundu. Kendini dağıtmış veya lağvetmiş bir örgüt, birtakım siyasal ve yasal taleplerde bulundu. Süreç bir yılın sonunda geldiğimiz aşamada, PKK’yı bir siyasal muhataba; başındaki bebek katili, baş teröristi de politik bir kişiliğe evirdi. Türk halkı, bunların böyle evrildiğini görüyor ve bunun hangi siyasilerin gayretleriyle yapıldığını da seçmen, vatandaşlar biliyor.
Narkoterör örgütünün başındaki bebek katili için kullandığınız olumlu sıfatlar ancak teröre verilmiş prim olur. Terör örgütünün kazanç hanesine yazılan artılar olur kullanmış olduğunuz bu olumlayan ifadeler hem terörist başı için hem de terör örgütü için. Terörist çevreleri küstahlaştıran bu dilin terk edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Yaptığı kalleşçe saldırılarla ülkemizde de yüzlerce insanın kanına girmiş olan IŞİD isimli terör örgütüne de başlangıçta yine bu şekilde anlayışla yaklaşılıyordu. Dönemin başbakanı aynı anlayışla, anlama kaygısıyla yaklaşıyordu IŞİD isimli selefi cihatçı terör örgütüne. Fakat diğer yanıyla bu selefi cihatçı terör örgütünün birçok elemanı sığınmacı, kaçak veya düzensiz göçmen olarak yasa dışı bir şekilde Türkiye’mizde barınıyorlar. Bu varlık sebebiyle, bunların varlığı sebebiyle ülkemiz her an IŞİD terör örgütünün bir terör saldırısı tehdidi altındadır. Türkiye’miz bu yasa dışı kaçak nüfus belasından bir an önce kurtulmalıdır. Düzensiz göç saldırısına maruz kalan ülkemiz üstüne üstlük bir de ithal terör örgütlerinin kaçak olarak barınabildiği güvenli, onlar açısından güvenli bir yer olmamalı.
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri
Değerli kamuoyu, pek kıymetli basın mensupları, geçtiğimiz haftanın önemli tartışmalarından biri de Kıbrıs’ta gerçekleşmiş olan Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına ilişkindi. Seçimi kazanan ve şimdi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı makamına oturan siyasi lider Sayın Tufan Erhürman yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde hükümete başbakanlık etmiş, parlamentosunda milletvekilliği görevlerinde bulunmuş Kıbrıslı bir Türk siyaset insanıdır. Yeni görevinden ötürü Zafer Partisi olarak kendisini tebrik etmiş, kutlamıştık. Görev yapacağı süre içerisinde de kendisinden Kıbrıslı Türkler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adına başarılı diplomatik, siyasi ve ülkesi için ekonomik başarılar bekliyor, temenni ediyoruz.
Tufan Erhürman 1970 doğumlu. Bunu dikkatinize sunmak istiyorum. Yani Kıbrıs adasında 1974’te artık Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ve Yunan kökenlerin ilişkisinin kesildiği, toplumsal olarak iki ayrı milletin, iki farklı halkın birbirinden ayrıldığı ve kendi egemenlik alanlarında yaşamaya başladığı 1974 tarihinde bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Tufan Erhürman sadece dört yaşındaydı. Yani Kıbrıslı Rumlarla Yunanlarla herhangi bir sosyal hafızası, yaşanmışlığı bir anısı yok. Artık böyle bir kuşak geldi. Bu vurguyu bu yüzden yapıyorum Tufan Erhürman özelinde. Artık birlikte bir şeyler paylaşmamış, ortak bir devletin yurttaşlığını paylaşmamış, ortak kültür alışverişinde bulunmamış, iki farklı milliyete sahip milleti tayin eden unsurların birçoğunu farklı farklı olarak bünyesinde barındıran iki farklı millete sahip kuşaklar artık yönetime gelmiş vaziyette. Bu sebeple Tufan Erhürman’ın hem bugüne kadar olan siyasal performansı hem de eski kuşağın gözü perdeleyen romantizminden arınmış bir nesle ait olması sebebiyle bizim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ilişkin geleceğe dair bakışımız, beklentimiz kaygılı olmayacaktır.
Fakat ‘Aynı güven hissiyatını Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına karşı da besleyebilir miyiz?’ diye soracak olursanız, sergilemiş olduğu 2004 yılındaki ilk hükümet dönemindeki AKP’nin Annan Planı’na ilişkin sergilemiş olduğu performans sebebiyle aynı güveni AKP hükümetine karşı sergilemeyiz. Nitekim o dönemde AKP hükümeti ve hükümetin başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, dönemin Cumhurbaşkanı, üstelik kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı tahkir ederek kalbini kırarak Türkiye’den göndermiş ve o zamanki Kıbrıs’taki Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamıştı.
Talat bir romantikti fakat görev yaptığı süre içerisinde Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs’taki siyasetin gerçeğini ve millet realitesini onun suratına müzakerelerde çarptı. Müzakerelerdeki uzlaşmaz, uyuşmaz tutumuyla Rum tarafı Talat’ı öyle bir hale soktu ki Mehmet Ali Talat’ın kendi ifadesiyle ‘Beni de Denktaş’laştırdılar’ diye söylemişti. İşte o dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın müzakerelerde yanında bulunan danışmanlarından biri de Sayın Tufan Erhürman idi. Dolayısıyla bu tecrübeye sahip olan Tufan Erhürman şimdi de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanıdır.
Şimdi terör örgütünün başı olan bebek katili Abdullah Öcalan’a Türkiye’deki bazı siyasilerin göstermiş olduğu anlayışı ve saygıyı Kıbrıslı Türk seçmenin bir bölümüne göstermediğine tanık olduk geçen hafta. Evet, Kıbrıslı Türk seçmenin iradesine karşı yapılan gayet gurur kırıcı açıklamalar görüyoruz ki, terörist başı Abdullah Öcalan’a gösterilen anlayışın ötesinde, onun çok çok gerisinde kalan bir yaklaşım olmuş.
Kıbrıslı Türkler, bilinsin ki hiçbir zaman gelene ağam, gidene paşam dememişlerdir, demezler de. Kıbrıslı Türkler, Türk Mukavemet Teşkilatı destanını yazmış olan bir toplumdur. 1958 yılında kurulan TMT, sadece 16 yıl sonra 1974’te kendi egemenliğine sahip olmuş, o egemenliğinde devlet kuracak pozisyona erişmiş bir mücadelenin sahipleridir. Kurdukları örgütle sadece 16 yılda egemenliklerini ellerine almış ve devletlerini kurmuşlardır. İşte bu Türk Mukavemet Teşkilatı ve 1974’ün sonunda elde edilen egemenlik en başta Kıbrıslı Türklerin ve beraberinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahramanlığının eseridir. 2004’teki Annan Planı ile vazgeçilmek istenen, feda edilmek istenen varlık, işte bu TMT’nin Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte elde etmiş olduğu kazanımlarıydı. Yani Kıbrıslı Türklerin devletiydi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ydi. AKP’nin 2004 yılında Annan Planı ile vazgeçmek istediği buydu.
İşte tam da ardından bu sebeple Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bilindiği gibi Avrupa Birliği’ne katılımına onay vermiştir AKP hükümeti. Oysa bizim iddiamız Kıbrıs Cumhuriyeti orada yapılan Sampson darbesi ile birlikte ortadan kalkmıştır, anayasa rafa kalkmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kalkmıştır ve hem Kıbrıslı Rumlar hem de Kıbrıslı Türkler artık kendi yönetimlerine sahiptirler. Ama buna rağmen yine de Avrupa Birliği Türkiye’ye gelmiş bizden onay istemiştir. Çünkü Avrupa Birliği Kıbrıs’ı alırken Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir ülkeyi bünyesine katmıştır. Bize gelmelerinin sebebi de Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İngiltere ve Yunanistan ile birlikte garantör ülkelerinden biridir. Şimdi artık ortadan kalktığını kabul ettiğimiz iddia ettiğimiz bir ülkenin garantörü olarak AB’ye katılımına onay vermemiz başlı başına AKP hükümetinin bir çelişkisiydi malumunuz. Ve bu çelişkiyle beraber şimdi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını Avrupa Birliği’ne kabullendirmekte zorlanıyoruz.
Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki skandal talimat
AKP’nin bu devlet feda eden, devlet aşındıran uygulamalarının son bir örneğini de şimdi bu Cumhuriyet Bayramı kutlamalarıyla ilgili olarak bir takım İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri eliyle yapılmaya başlandığını görüyoruz değerli arkadaşlar. Kastım şu; AKP hükümetine bağlı Milli Eğitim Bakanlığı’nın bünyesindeki İlçe Milli Eğitim Müdürlerinin bazılarının okullara yazılar gönderdiğini, aslında resmi yazılar olmayan fakat WhatsApp grupları üzerinden yazılar gönderdiğini gördük. Milli Eğitim Bakanı’na bağlı bu bazı İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri, birtakım talimatlar iletmişler. Buna göre bu 29 Ekim’deki Cumhuriyet Bayramı’nda ve onun gibi 10 Kasım Atatürk’ü anma olsun, diğer milli bayramlarda olsun bu tip resmi etkinliklerde Türk bayrağının sağına Atatürk, soluna da görevdeki mevcut Cumhurbaşkanı’nın posterinin asılmasını zorunlu kılmışlar yazışmalarda.
Şimdi milli bayramlarda okullarda Türk bayrağının yanında AKP’li Cumhurbaşkanı’nın, AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın posterinin asılması talimatı tepki çekti haliyle. Çünkü bugüne kadar alışılageldik bir uygulama değildi bu. Kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün posteri ve Türk bayrağı ile birlikte yapılan bu törenlere şimdi görevdeki Cumhurbaşkanı’nın posterinin konması istendi ki, bundan evvel bazı kutlamalar da bazı anma törenlerinde ne yazık ki Atatürk’ün posterinin bile kullanılmadığını görmüştük.
Bu uygulama kamu kurumlarının siyaset üstü yapısına ve devletin tarafsızlık ilkesine aykırı bir uygulamadır. Çünkü görevdeki Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin hali hazırdaki genel başkanıdır. Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk herhangi bir partinin genel başkanıyla kıyaslanamaz, eşitlenemez, denklenemez.
Bu yapılan belli ki keyfi bir uygulamadır. Bu keyfi bir uygulama derhal geri çekilmelidir. Mevcut Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin genel başkanıdır ve tarafsız değildir. Mevcut Cumhurbaşkanı tarafsız olmadığı için de bu durum devletin tarafsızlığı ilkesine aykırıdır.
Tele1’ uygulanan düşman ceza hukuku
Bu parti devleti uygulamasının varmış olduğu aşama işi o boyuta getirmiştir ki medyadaki tekelleşmenin dışında kalan, kendiliğinden emekleyerek oluşan, varlık gösteren sağda solda kalmış tek tük küçük medya iletişim organları varsa da bunlara da aynı şekilde hukuka aykırı bir yolla el koyma yoluna gidilmiştir ki bunun son örneğini Tele1’e kayyum atanması örneğinde yaşadık.
Tele1’in başındaki sahibi olmayan fakat sadece başındaki yönetici olan Merdan Yanardağ’ın bir suç ithamıyla gözaltına alınmasının ardından yöneticiliğini yaptığı televizyon kanalına kayyum atanıyor ve daha da kötüsü televizyonun bütün arşivi, geçmişe dönük bütün arşivi yok ediliyor.
Bu uygulama bugüne kadar parti devleti olarak AKP hükümetinin yapmış olduğu, yargıyı bir sopa olarak muhalefetin sırtında kullanması doğrultusunda yaptığı uygulamaların çok çok daha ötesine geçen ve alarm zillerini çaldıran bir uygulamadır. Bunun takipçisi olacağız. Bizim herhangi bir medya organıyla aynı görüşte olup olmamamız yahut onun başındaki yöneticiyle aynı görüşte olup olmamamız önemli değildir.
Nasıl ki dün Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ’a karşı bir düşman ceza hukuku uygulandıysa ve o uygulandığında bizimle aynı görüşte olmayan politik, siyasal çevreler ve toplumsal katmanlar bizimle birlikte olduysa, biz de hakeza ülkemizde nerede, kime ve nereye karşı herhangi bir düşman ceza hukuku uygulanıyorsa biz de onun karşısında olacağız ve haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayanın yanında olacağız, ona destek olacağız.
Sözlerimi bitirirken bir asırlık çınarın 102. yılını kutlayan Cumhuriyet Türkiye’sinin, rejiminin, Cumhuriyeti’nin yıl dönümünü kutluyor ve nice yüzyıllara doğru kök salmasını bir Türk milliyetçisi olarak ve bir Türk evladı olarak temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.”
